|
|
 |
|
TAKİS EMMANUEL KİMDİR? |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Süleyman Ceran
TAKİS EMMANUEL KİMDİR?
Hepimizin hayatında, unutamadığımız, içimizde bir yerleri kanatan ve bizde derin izler bırakan filmler vardır. Bu filmler, adeta izleyenlerde yitirilen ya da zayıflayan şevk, heyecan ve aksiyon hücrelerini şokla bir süreliğine hayata döndürürler, bundan ötesini beklemek de yanlış olmaz mı zaten? Gerisi kişinin iradesinde başlar ve yine orada biter, o kadar. Modern zamanların büyülü sanatı olan sinema dili, tüm görselliğiyle hayra kullanılabileceği gibi, şer içinde bulunmaz bir alanı teşkil etmektedir. Ortak paydayı “müslüman olmak” ve “adaleti ayakta tutmak” gibi değerler üzerine kurduğumuzda, dünya genelinde, bizi çarpan film sayısının bir eldeki parmakların sayısınca olduğu sonucunu çıkarmak, hiçbirimiz için zor olmaz herhalde. Sizlere bahsetmek istediğimiz kişi olan Takis Emmanuel, işte bu duyargalar üzerine işlenmiş en başarılı filmlerden birinde oynamış, gözlerden kaçmış, başarılı bir oyuncudur. Ne yazık ki bu oyuncu hakkında yazılan bu yazının, bir çok Avrupa ülkesi ile, Afrika, Ortadoğu, Uzakdoğu, Amerika kıtası ve Türkiye’yi içine alan bölgede yazılmış bir ilk yazı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Savaş nasıl süngülerin ucunda kazanılıyorsa, bir filmde küçük rollerin kalitesiyle başarıya ulaşır. Bu kişiler asla göz ardı edilmemelidir.
Antony Quin’i hepimiz biliriz, Mustafa Akkad’la aynı projelerde yer almış Oscar’lı bir sanatçıdır. Çağrı’da Hz. Hamza, Çöl Aslanı’nda Ömer Muhtar. Ne kadar bizden görünüyor, değil mi? Oyunculuk, bu galiba. Bunların dışında ise en çok “Zorba” filmiyle tanıdık Quinn’i. Zorba, kendi alanında efsaneye dönüşen bir film oldu. Quinn, Alexis Zorba’yı canlandırıyordu ve filmdeki o dansı, hakikaten unutulmazdı.
Takis Emmanuel, Antony Quinn ve Irene Papas’la Zorba’da birlikte çalışmışlar. Ayrıca, 1970’de çekilen “Segreto” adlı filmde, Takis Emmanuel, Irene Papas ile devam ederken, 1976 yılında çekilen “Ceddie” filminde ise adamımız Takis Emmanuel, AntonyQuinn ile beraber çalışmış. Bu yoğunluğun ardından Antony Quinn ile Irene Papas hepimizin bildiği “The Message/Çağrı” filminde karşımıza çıktılar. Yıl 1980’e gelindiğinde Çağrı’nın da yönetmenliğini yapan Mustafa Akkad, Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin finanse ettiği bir proje ile “Lion of the Desert/Çöl Aslanı” adlı filmde bu üçlüyü on yıl aradan sonra tekrar bir araya getirdi ve doku çok güzel bir uyum sağladı.
Çöl Aslanı, kuşkusuz izleyen herkeste derin etkiler uyandıran bir film oldu. Mustafa Akkad’ın önemli katkılarıyla beraber oyuncuların performansları da çok etkileyici idi. İsterseniz Çöl Aslanı’nın da kadrosuna bir bakalım: Yönetmen-Moustapha Akkad Oyuncular-Anthony Quinn, Oliver Reed, John Gielgud, Rod Steiger, Irene Papas, Raf Vallone, Takis Emmanuel, Stefano Patrizi, Gastone Moschin, Sky Dumont, Franco Fantasia, Robert Brown, Luciano Catenacci, Adolfo Lastretti, George Sweeney, Tom Felleghy. Libya’daki müslümanların bağımsızlık mücadelesini anlatan filmin asıl oyuncularının tamamı yabancı ve çoğu da İtalyan. Bu kadro o kadar başarılı bir işe imzalarını attı ki, film, müslümanlara ait bir alana, objektif bir açıdan yaklaşması hem de aksiyona bakan yüzüyle hafızalara kazınan son derece kıymetli bir çalışma oldu. Asıl anlatacağımız kişi, Takis Emmanuel, Çöl Aslanı filminde “Ebu Matari” adıyla tanıdığımız, hani Kufra’da destansı bir savaş yapan, atlarla İtalyanlara saldırıp, tankın makineli ateşiyle can veren ve son sözü “Katiller!..” olan bir savaşçıyı canlandırmıştır. Sarığı, bakışları, bıyığı, hareketleriyle, çok fazla sahnede yer almasa da, işte müslüman, işte savaşçı, işte tam bir erkek dediğimiz bir tipti Ebu Matari. Filmde O’nu, Libya’daki İtalyan işgaline karşı oluşmuş mücadelenin sembol ismi olan Ömer Muhtar’ın sağ kolu olarak görmekteyiz. Gerek saldırılara, gerek barış görüşmelerine birebir katıldığını ve bazı savaş sahnelerinde son derece başarılı oyunculuk sergilediğini söylememiz gerek. Hatta atın üzerinden üç İtalyan askerinin üzerine atlayıp onları ‘etkisiz’ hale getirdiği sahne ile Kufra’da saldırı emrini, tekbir çağrısı ve bakışları ile verdiği sahne, hafızalardan atılamayan, hayranlık uyandıran, izleyenlerin tüylerini diken diken eden sahnelerdi. Asıl adının TakisEmmanuel olduğunu öğrenince şok olmadım değil. Çünkü ben de herkes gibi onu bir müslüman olarak tahmin ediyordum. İsminin kendisine göre oldukça zayıf kaldığını söylemek zorundayım.
Yine aynı filmde, babası çatışmada ölen küçük Ali’nin annesi rolünde, (filmde adı yok, repliği de, sadece derin bakışları var) hani direnişçilere yardım ettiği için asılmıştı, işte o kadının adı da Eloonora Stathopoulou’dur. Film kariyeri Çöl Aslanı’nda başlamış ve yine orada bitmiştir. Fark ederseniz, fimin oyuncu listesinde bile yer almazken, ezilmiş, koca bir dağ gibi olan erkeğini yitirmiş, hayatı konuşmaktan öte bakmakla, gözleriyle konuşmakla geçmiş bir müslüman kadın rolünü son derece başarıyla canlandırmıştır. Filmde kadının yüzüne bakıp “Eloonora” demek neredeyse imkansız, rol o kadar üzerine yakışmış ki.
Konumuza tekrar dönelim, 1974 yılında oynadığı Simbad Filmindeki Ahmed rolü ile ertesi yıl oynadığı Arap şeyhi dışında Eloonora Stathopoulou gibi, bu dünyaya uzak olan bir isim Takis Emmanuel. Mustafa Akkad nasıl oldu da böyle bir tipi bularak filmin Cast’ına yerleştirdi, bilemiyorum. O’na, Çağrı’da beraber çalıştıkları Antony Quinn’in akıl vermiş olmasını tahmin ediyorum. Nasıl olursa olsun, müthiş ve etkileyici bir seçim.
Mustafa Akkad’ın böyle bir projede Çağrı’daki kadar müslümanlara yer vermemesi çok şaşırtıcı. Bu durum filmin İngilizce çekilmiş olmasına bağlanacaksa eğer, Arap Yarımadası’nda İngilizce’nin çok yaygın olarak bilindiğini ve böyle bir sorunun olmayacağını belirtmek gerekir. Şunu söylemek lazım ki, yan karakterlerde çok ciddi bir performans sorunu olmayacağı için böyle bir projede maslahat icabı dahi olsa, müslümanlara yer verilmesi gerekirdi.
Yandaki resimde, Takis Emmanuel’le birlikte, Ömer Muhtar’ın yakın arkadaşı “Amedeo” rolünde Sky Dumont ve yanında, o zamanlar için genç bir oyuncu olan, “İsmail” rolünde Rodolfo Bigotti yer alıyor. Bu iki oyuncunun dışında “Al-Fadel” rolünde Stefano Patrizi’yi de görmekteyiz. Bu yoğun yabancı oyuncu profili, filmin bütünlüğünü ve mesajın netliğini etkilememesine karşın, bir özgüven sorununun altının çizilmesine neden olmaktadır. Bu özgüven sorunu, böyle bir yükün müslüman oyuncular tarafından kaldırılıp kaldırılamayacağı sorunudur. Ne yazık ki, şu gün olmuş, büyük karakterlerin altından kalkabilecek müslüman oyuncuların varlığından söz etmek şimdilik pek mümkün görünmemektedir. Varolan oyunculardan Arap ve müslüman kamuoyunun en çok tanıdığı oyuncu Ömer Şerif’in ne tip rollerde oynadığı herkesin malumudur. Şu an Fransa’da bir otelde ömrünün sonlarına yaklaşmakta olan oyuncu, Mısır’dan dünya sinemasına geçişinde ve bundan sonraki aşamalarda yeteneğini, sanatsal kaygıların ötesinde bir hayır ameliyesi olarak telakki etmemiştir. Yaptığımız her şeyden ve tabii ki yapma gücümüz varken yapmadığımız şeylerden sorulacaksak eğer, sinema bundan ayrı tutulamaz. Sinema, bizim için hem bir duyarlılıklar alanı, hem de ahirette hesabımızı kolaylaştıracak sevap harmanı haline dönüştürülebilir. Bu konuda İran Sinemasını örnek gösterebiliriz. Ashab-ı Kehf, Hz. Meryem, Hz. Ali ve daha birçok çalışmalar sadece bize değil, Dünya Sinemasına da takdire şayan katkılar sunmuş çalışmalardır. Mısır Sineması’nın da atakta olduğunu, ama sanatsal açıdan halen çok geri olduklarını burada zikretmemiz gerekir. Bir dönem Türkiye’de meydana gelen “muhafazakâr sinema” deneyimi, yer yer başarılı sonuçlar verse de(Reis Bey, İskilipli Atıf gibi...) sürekliliğin olmaması, finans sorunları ile üzerine “ihlâs” giydirilmiş abartılı ve problemli ilkel filmlerin piyasayı boğup bıktırması, bu damarı tıkamış ve akamete uğratmıştır.
Müslümanların sinemaya, sinemanın müslümanlara ne kattığı sorusunun cevabı, Ömer Muhtar, Çağrı gibi filmleri izleyince karşılığını buluyor. Bu öyle bir dil, öyle bir büyü ki; birçok makaleyle ya da kitapla anlatacağınız “adanmak”, “tavır almak”, “bireysel önceliklerden sıyrılmak” gibi filleri, sinemada, bir sahne içerisinde anlatıp, izleyenlerin kalplerinde derin çizgiler bırakabilme imkânına sahipsiniz. Bu noktadan hareketle yedinci sanat sinemanın, Maruf’u yaygınlaştırarak dillendirmenin en etkin yollarından biri olduğunu söylemeliyiz.
Son söz olarak, ilkkez, bundan on küsur yıl önce izlediğim Çöl Aslanı’ndaki Kufra sahnelerini, yer yer flash-back’ler halinde yıllardır unutamadığımı, Takis Emmanuel’in canlandırdığı “Ebu Matari” karakterindeki cesaret, fedakârlık, güç, saflık ve yürekten taşan inanç hâlelerine hayranlığımın, kişisel “değer”lerim içinde apayrı bir konumu olduğunu söyleyerek, bu çalışmalarda emeği geçen, gönül veren, didinen insanlara teşekkürü bir borç telakki ediyorum.
Takis Emmanuel
SİNEMATOGRAFİ:
Electra (1962) ... Pylades, Zorba the Greek (1964) ... Manolakas, Young Aphrodites (1966) ... Tsakalos, Oedipus the King (1968) ... The Choru, Magus, The (1968) ... Kapetan, Play Dirty (1969) ... Kostos Manou,Hell Boats (1970) ... Salvatore, Cannon for Cordoba (1970) ... , Golden Voyage of Sinbad, The (1974) ... Achmed, That Lucky Touch (1975) ... Arab Sheik, Caddie (1976) ... Peter ve Lion of the Desert (1981) ... Ebu Matari. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu güne kadar 32549 ziyaretçiburadaydı! |