HOLLYWOOD’UN DA ARTIK BİR “MESAJ”I VAR!
Süleyman Ceran
West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı suç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
İsmet Özel, Mataramda Tuzlu Su.
Kül rengi bir dünya; belki yok olmanın eşiğini simgelediğinden ya da “Anka” gibi yeniden dirilme umudu taşıdığı için. Şehirler yok olmuş. İnsanoğlunun bir kısmı son büyük savaş yüzünden, çoğu ise gökyüzünde büyük delikler açılmasından mütevellit, güneşin kavurucu ışınlarından ölmüş. Yaşayanların büyük kısmı güneş yüzünden kör olmuş, bir kısmı ise kendi hemcinslerini yiyecek kadar alçalmış. Su, asıl kıymetine, biricikliğine kavuşmuş. Bir boşluk, insanların içinde; büyükçe. Amaçsızlık, her yanda. Kir. Pislik. Esfeli Safilin’in diplerinde insanoğlu.
Film, genel olarak insanoğlunun pek çok nimetle kuşatılmış olduğunu ve şükretmemekle büyük nankörlük yaptığını anlatıyor. Dünyada düzenin oluşmasında yalnızca İncil’in değil, Kur’an’ın ve Tevrat’ın da etkili olduğu, müziğin ve ansiklopedik bilgilerin de bu düzenin temel taşı olduğu mesajını veriyor.
“Tanrı’nın Kitabı”(The Book of Eli/Eli’nin Kitabı), böyle bir fonda başlıyor. Eli (Danzel Washington), otuz yıldır çantasında sakladığı, gün aşırı açıp okuduğu bir kitap taşımaktadır: İncil. Eli’nin, yıllar önce bir gün aldığı ilham, ona kitabın enkaz altındaki yerini göstermiş, kitabı bulduktan sonra da sürekli batıya gitmesini ve korunacağını bildirmiş. O ilhamla, uzun bir yolculuğa koyulmuş Eli. Otuz yılı bulan bir yolculuk. Emaneti korumak için savaşmaktan da geri durmamış. Bir aziz ama pısırık değil, savaşçı. İman sahibi, bunu ifade etmekten çekinmiyor, mümin bir Hıristiyan O.
Filmin diğer önemli karakteri, Carnegie. Gary Oldman’ın, “Leon” filmiyle üzerine yapışan “kötü adam” profilinin hakkını verecek oyunculuğuyla karşımızda, ama çokça yaşlanmış. Carnegie, ayetleri kendi amacına göre kullanmayı hedefleyen, “söz”ü çarpıtıp, insanları hamur gibi yoğurmayı düşünen ve “kitab”ın sözlerine ihtiyacı olan bir kişiliktir. Amacı için yapamayacağı kötülük yok, hırslarına tapan bir kâfir. Evangelist çağrışımı yapan Carnegie, küçük bir kasabada lider rolünde. Yeni nesil, 30 yıldır yaşanan felaketten dolayı okuma yazma bilmemektedir ve bu yüzden kelimelerin sihirli dünyasından çoğu habersizdir. Hayatta kalan orta yaşlıların bildiği okuma işi de büyük bir meziyettir.
Carnegie ilk göründüğü sahnede elinde, Mussolini’nin biyografisinin olduğu bir kitap tutmaktadır. Faşist ideolojinin mimarı olan Mussolini, filmde Carnegie ile can bulur. Tam anlamıyla laik bir düşünceye sahip olan faşizm, din işlerini dünyevi alandan kesin çizgilerle ayırır. Din ve kilise (ya da cami) sadece dini vecibelerin yerine getirilmesi için kullanılır ve siyasal alanda yankı bulmaz/bulmamalıdır. Din adamlarının, ibadethanelerin yok edildiği İtalya, filmde tekrar canlanır. Yıkıntılar arasında kendi ülkesini yaratmaya çalışan Carnegie, din karşıtı olmasına rağmen, dindar gibi durur, anti-klerikal bir zihniyete mensuptur ve kitabın taşıyıcısı Eli’nin peşindedir. Söz’ün, ayetin, duanın, edebiyatın, sanatın ve müziğin olmadığı dünyada, ilaç Eli’nin elindedir. Eli de mesajı taşımak için elinden geleni sabırla yapmaktadır. Yol uzun ve meşakkatlidir.
Eli, “mesaj” taşımaktadır. O’nun kendini savunma gücünü görüp hayran kalan Carnegie, yanında kalmasını ister. Teklifi reddeden yolcu, batıya gideceğini söyler. Carnegie, Eli’yi ikna etmesi için kızını gönderse de başarılı olamaz ama elindeki kitabın varlığından haberdar olur. Daha önce türlü kitaplar eline ulaşır, Da Vinci Şifresi’nin kapağı açıkça görünür. Kendisi gelen kitapların yakılmasını adamlarına emreder ve böylece yayınlanan pek çok kitabın gereksizliğine dönük bir gönderme yapar yönetmen Albert Hughes.
Eli’nin batıya gitme tercihinden eleştirmenlerin bir kısmı, batı hayranlığına dönük mesajlar verildiği gerekçesiyle alınmışlar. Coğrafya bilgisi önemsenmeli. Avrupa, Amerika’nın doğusundadır. Amerika’nın batısı dünyanın doğusuna karşılık gelir. Eli, vahiylerin doğuş yönüne doğru gider, dünyanın doğusuna bir yolculuktur onunki. Filmde batıya yapılan vurgu tamamen doğunun büyüklüğüne, umut verici tarafına telmihten öte bir anlam taşımaz. O’nun yolculuğunu aslında İsmet Özel, “Mataramda Tuzlu Su” adlı şiirinde anlatır sanki. “Uzun yola çıkmaya” hüküm giymiştir, matarasında tuzlu suyu vardır yalnızca. Acı kök tadını tercih edip, gölgelenecek yeri olmadan yürümektedir. Eli, ayetler okumakta dualar mırıldanmaktadır. O’nu takip eden Carnegie’nin üvey kızı Solara’ya (Mila Kunis) ayetler okur:
1 RAB çobanımdır, eksiğim olmaz. 2 Beni yemyeşil çayırlarda yatırır, sakin suların kıyısına götürür. 3 İçimi tazeler, adı uğruna bana doğru yollarda öncülük eder. 4 Karanlık ölüm vadisinden geçsem bile, kötülükten korkmam. Çünkü sen benimlesin. Çomağın, değneğin güven verir bana 5 Düşmanlarımın önünde bana sofra kurarsın, başıma yağ sürersin, kâsem taşıyor. 6 Ömrüm boyunca yalnız iyilik ve sevgi izleyecek beni, hep Rabbin evinde oturacağım. (Zebur/Bölüm 23)
Plan sekanslarının ustalıkla hazırlandığı, müziğin uygunluğunun su götürmediği filmde, yer yer kadrajlarda hata yapılmış. 30 yıldır yürüyen biri olan Eli, içine girdiği viranenin mutfağında musluktan su akıp akmadığına bakıyor, bu işi yaparken de matarasını musluğun altına tutuyor. O da biliyor ki su yok. Su o kadar kıymetli ki, musluklardan akmayalı yıllar olmuş, şişe içindeki sular ise fahiş fiyatlarla satılıyor. Suyun olmadığı vurgulanacak ama musluğun açılması yeterli, ilk defa suya bakan insan gibi mataranın musluğun altında tutulması lüzumsuz. Nasıl ki fazladan kelime kullanmak anlatım bozukluğuna yol açıyor, bu tip gereksiz hareketler de, kadrajda anlatım bozukluğuna neden oluyor. Aynı şekilde bu kadar uzun yılı yolda geçen bir insanın Ipod ile müzik dinlerken sabaha kadar aleti açık bırakıp şarjını tüketmesi de bir acemi senaryo manevrasından öte bir şey değil, bu durum dikkatlerden kaçmıyor.
Tanrı’nın Kitabı, günden güne kitap’tan uzaklaşan, günah batağında çırpınan ve kötülük kanallarını açık tutarak dünyaya zulüm pompalayan bir ülkenin çaresizliğinin resmini çeker. Amerika’nın, dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirdiği bildik bir durumdur. Yönetici kadro, ‘dini’ emperyalist amaçları uğruna yorumlayıp kullanmaktadır. Bozulmuş dahi olsa İncil, bir hidayet kitabı olarak sunulmaktan ziyade baskı unsuru, yaptırım aracı, mecburiyet olarak dayatılıyor; Kara Afrika, buna şahittir.
Batıya gitmektedir Eli. Yıllar boyu sürekli batıya. Batı’da Alcatraz Adası, kurtarılmış bölgedir. Bir zamanlar suçluların barındığı mekân, kötülüğün saklandığı yer, yeniden dirilişin de merkezi olacaktır. Mübarek kitapların, eşsiz resimlerin, evrensel müziklerin toplandığı bir alandır Alcatraz. Eli, buraya ulaşmaya çalışmaktadır. Yolcu’nun taşıdığı İncil, Kral James İncil’idir. Kral James İncil’i, sekizinci Henry döneminde basılan ilk “onaylı” İncil olma özelliği taşır. Belki de yönetmen bu İncil’i seçerek, en başa dönmenin özlemine dönük hissiyatını taşımaktadır filme.
Eli’nin film boyunca verdiği mesajlar, evrensel ilkelerdir; teslis inancından dem vurmaz. Kitaptan uzaklaşan dünyanın felaket doğuracağı ve yıkımdan sonra düzenin de ancak kitap ile sağlanacağı mesajı güçlü bir şekilde verilir. Eli’nin Mesih gibi gösterilmesi eleştirilebilir ama sözlerinin evrensel ilkeler olması filmin çapını daraltmaz. Zaten finalinden öte, İncil’in Tevrat’la Kur’an arasına konması da bir olgunluk göstergesi. Yalnız Kur’an’ın orada bulunmasından değil, sıralamada Kur’an’ın son kitap olarak gösterilmesinden hareketle bu filmin misyonerlikle alakasından öte, Amerika’nın içinden yükselen “fe eyne tezhebûn” (nereye bu gidiş) çığlıklarının somut bir simgesi olduğu söylenebilir.
.